TEV - Bağışçı Hikayeleri

Bağışçı Hikayeleri

Bağışçı Hikayeleri


SEVİN EREL - TÜRK EĞİTİM VAKFI (TEV) BAĞIŞÇISI

İstanbul Belediye Konservatuvarı Piyano Bölümü’nden mezun oldum. Daha sonra Anadolu Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü’nü bitirdim. Eğitime hizmet etmek ailemizin genlerinde var. Babam Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi kurucusu ve ilk rektörü Ord. Prof. Dr. Mustafa Muhiddin Erel, annem Alman asıllı viyolonist, İstanbul Belediye Senfoni Orkestrası’nın başkemancısı Emine Erel. Ablam Prof. Suna Erel ise ‘Münich Hochschule für Musik Akademisi’ni bitirdi. Yorumlarıyla gösterdiği başarılardan ötürü Alman hükümeti ablama “Beethoven Madalyası” verdi. Halam, Profesör Sara Akdik ise Türkiye’nin ilk kadın botanikçisidir. Türk Eğitim Vakfı’nın kurulduğu yıl halamın heyecanla babama ‘Vehbi Koç vakıf kurmuş, haydi biz de çevremizdekileri toplayıp hep birlikte bağış yapalım!’ müjdesiyle geldiğini hatırlıyorum. Türk Eğitim Vakfı’na destek olmak bizim ailede bir gelenektir.

Yıllar sonra sıra bana gelince Türk Eğitim Vakfı’na geldim bağışımı yaptım, o günden beri de her gün gurur duydum. 1999’da TEV ailesinden biri oldum. Aile diyorum, çünkü gerçekten bize bir aile oldular. İyi günümüzde, kötü günümüzde her zaman yanımızdalar. Telefonla arıyorlar, hal hatır soruyorlar. Hasta olduğumuz zaman doktora götürüyorlar. Bütün çalışanları çok özverili. Tek yönlü değil, hem sanata kıymet veren, hem ilme kıymet veren bir vakıf.

Eğitim, çiçeğe verilen su gibidir. Nasıl çiçekler susuz yaşayamazlarsa, eğitimsiz bir toplum da yok olmaya mahkûmdur. Gençlerimiz çok çalışsınlar, ilmen yükselsinler ama bunu yaparken ahlak değerlerini ve milli değerlerini kaybetmesinler.

Türk Eğitim Vakfı’nı bir pınar gibi görüyorum. Öğrencileri, o nadide çiçekleri sulayan bir pınar, bizleri de birer yağmur damlası olarak görüyorum. Az da olsa, çok da olsa yağmur damlacıkları... Ama o yağmur damlacıkları bir araya geldiği zaman o pınarı daha fazla coşturabiliyor, çok daha fazla çiçeğin yetişmesine katkı oluyor. Bu çiçekler ileride tohumlarını dökerek, gelecekte daha fazla çiçeğin yetişmesine vesile olacaklar. Bir gün, belki de o şifalı bitkiler bir zaman gelecek ve bizlere şifa olarak geri dönecekler. Belki de ileride hastaneye yattığınız zaman karşınızdaki doktor sizin burs verdiğiniz bir doktor olacak. Veya bir ev yaptırıyorsunuz karşınızda sizin burs verdiğiniz bir mimar olacak. Ne kadar büyük bir mutluluk öyle değil mi? Sizin yaptığınız yardımlar da size geri dönecek.

Aslında manevi haz, her şeyden daha mühim. Maddi şeyler değil, manevi haz, her şeyden önce geliyor. Evet, maddi olarak bir şeyler verebiliyorsunuz ama manevi haz bambaşka bir duygu. TEV’e bağışlanan her kuruş iyi yerlere gidiyor emin olabilirsiniz. Gençlerimiz TEV’in destekleriyle Atatürk’ün ilkelerine bağlı, laik, çalışkan, dürüst, güvenilir insanlar olarak yetişiyorlar.

DAVUT ÖKÜTÇÜ

1946 yılında Diyarbakır’ın Sur içindeki göreceli içindeki göreceli olarak yoksul bir mahallesi olan Alipaşa Mahallesi’nde doğdum. İlkokulda oldukça başarılı bir öğrenciydim. İlkokulu bitirdikten sonra benimle birlikte mezun olan 46 arkadaşımdan maddi imkansızlık nedeniyle, sadece üç kişi üniversiteye kadar eğitimin sürdürebildi. Benim de okuma imkanım yoktu. Bunu bilen başöğretmenim Nuri Araz benim için Darüşşafaka’ya yazılar yazdı. Sınava girmemi sağladı. Bütün sınavları geçtim. Orada yatılı ve tam burslu olarak aldığım mükemmel eğitim bana üniversitenin yolunu açtı. Şimdiki adı Boğaziçi Üniversitesi olan Robert Koleji Yüksek Okulu’nda yine tam burslu olarak mühendislik tahsilimi yaptım. Hayalimde mutlaka yurt dışında yüksek lisans yapmak vardı. Türk Eğitim Vakfı 1967’de kurulmuş, iki yıl sonra 1969’da ilk kez yurt dışına yüksek lisans için öğrenci gönderecek haberini aldım. Hemen başvurdum. Diyarbakır’ın yoksul bir mahallesinden Amerika’daki eğitime, tüm bu eğitim yolculuğumun etkisiyle de Türkiye’nin en büyük holdingi olan Koç Holding’in üst düzey yönetimine giden yolu bana açan, bu fırsatları sağlayan Türk Eğitim Vakfı gibi çok değerli eğitim kuruluşlarıydı. Eğitimin öneminden söz edeceksek önce bu ülkenin kurucusu, Büyük Önder Atatürk’ün eğitime verdiği önemden bahsetmeden olmaz. Diyor ki; ‘’Bu ülkenin refahı, bu ülkenin kurtuluşu için iki ordu lazım. Birincisi düşmandan ülkeyi kurtaran asker ordusu. Diğeri ise Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek, yoğuracak olan irfan ordusu öğretmenlerdir.’’ Bir ülkenin kalkınması ancak ve ancak eğitimli kadrolarla mümkündür. Yine bu anlayışta olan Vehbi Koç, daha genç bir iş adamı iken ilk olarak Ankara’da bir öğrenci yurdu yaptırıyor. Daha sonra kurduğu Koç Lisesi, Vehbi Koç Vakfı kanalıyla burslar veriyor. Koç Üniversitesi bugün dünya çapında sayılı üniversitelerden biri olma yolunda ilerliyor. 1967’de kendisiyle aynı düşüncede olan 205 iş insanı ve akademisyenle Türk Eğitim Vakfı’nı kuruyor. Türk Eğitim Vakfı o günden bugüne yurt içinde verdiği burslarla yüz binlerce gencin yaşamına dokunmuştur ve dokunmaktadır. Her yıl yüksek lisans ve doktora eğitimi için yüzlerce genci yurt dışına gönderiyor. TEV’in ilk defa yurt dışında eğitim için seçtiği bursiyerler adına bir arkadaşımız Vehbi Bey’e bizi temsilen teşekkür etmeye gitti. Vehbi Bey’in cevabı çok ilginçti. ‘’Bana şimdi teşekkür etmeyiniz. Bizim size tanıdığımız imkanlarla gidin, eğitiminizi en iyi şekilde tamamlayın. Sonra dönün yurdunuzda çalışın, kendinize ülkenize yararlı insanlar olun. Bir gün cebiniz para tuttuğunda bizim size tanıdığımız imkanı sizden sonra gelecek bir gence tanıdığınız zaman bana teşekkür etmiş olursunuz.’’ Bu sözler daima kulağıma küpe oldu. Amerika’dan döndükten sonra TEV ile ilişkim hemen başladı. Vehbi Bey biz bursiyerleri çağırdı, bir komite oluşturdu. Bu komite Türk Eğitim Vakfı’nın öğrencilere sağladığı maddi desteğin ötesinde, bursiyerlerin vakıfla bağlarını güçlendirmek, kurumla özdeşleşmesi için görev aldı. Çalışmalar yaptı. O günden sonra çalışmaları çok daha büyüyerek gidiyor.

Bursiyerlere Çok Yönlü Destek

Türk Eğitim Vakfı bursiyerlerin ihtiyaçlarına yönelik çalışmalar da yapıyor. Alanında staj, ücretsiz dil eğitimi, mentorluk, iş bulmada rehberlik, kültürel gelişim için etkinlikler gibi. Türk Eğitim Vakfı tek yönlü olarak değil, çok yönlü olarak bursiyerlerine imkan sağlıyor.

Türk Eğitim Vakfı’nın mütevellisi oldum. İmkanım el verdiği ölçüde Türk Eğitim Vakfı’na burs tahsisleri yaptım. Daha da ötesini söyleyeyim. Sahip olduğum tüm varlıkların önemli bir kısmını da Türk Eğitim Vakfı’na vasiyet ettim. Yakın zamanda yaşadığımız deprem felaketinde Türk Eğitim Vakfı’nın sadece burs veren bir kurum olmanın ötesinde, bursiyerlerinin ailesiyle dahi yakından ilgilenip onlara el uzattığını gördüğümde, yapılacak en büyük hayrın Türk Eğitim Vakfı’na destek olmaktan geçtiğine daha da inandım. Bizler toplumdan aldıklarımızla kendi yaşamlarımızı kuruyoruz.

Zamanı Geldiğinde Bizler De Bu Toplumdan Aldıklarımızın Bir Kısmını Geri Vererek Başka Yaşamların Kurulmasına Destek Olmalıyız.

İşte toplumdan aldıklarını geri vermeyi bilen hayırseverlerin sayesinde Türk Eğitim Vakfı geçen seneye kadar yılda 9 bin öğrenciye burs verirken bu yıl verdiği burs sayısını 15 bine çıkarmış. Türk Eğitim Vakfı bu güzel işleri yaparken bizlere düşen görev de elimizdeki bütün imkanlarla Türk Eğitim Vakfı’na sahip çıkmak, onu desteklemektir. Etkinliklerde bursiyerlerle bir araya geliyor, deneyimlerimizi paylaşma fırsatı da buluyoruz. Hepsiyle gurur duyuyorum.

TEV bünyesinde Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi (TEVİTÖL) var, özellikle üstün yetenekli gençlerimize yetenekleri çerçevesinde eğitim veren özellikli bir okul. Öğrencilerin potansiyellerini ve birbirinden yeteneklerini ortaya çıkarmasına imkân veriyor. Geçenlerde Türk Eğitim Vakfı’nda toplantımız vardı. İki pırıl pırıl genç, bir kız ve bir erkek lise öğrencisi konuşma yaptı. Muhteşemdi. Kendilerini çok güzel ifade ediyorlardı. Arkasından okulun çok sesli müzik korosu geldi. Bir halk ezgisini seslendirerek Anadolu’nun bağrından çıkan o güzel ezgiyi modern bir müzik anlayışıyla yorumlayarak bize sundular. Hepsine hayran kaldım.

Türk Eğitim Vakfı, ülkemizin en güvenilen kurumlarından biridir.

İyiliği her yerde gerçek amacına eriştirebileceğiniz kurumlar vardır. Bağış yapmayı düşünenler için Türk Eğitim Vakfı tereddütsüz tercih edilecek kurumdur. Hepimiz gelip geçiciyiz. Bu dünyada bırakabileceğimiz en güzel şey; ülkemizin aydınlık yarınları için, pırıl pırıl gençlerin yetişmesine katkıda bulunan kurumları desteklemek olacaktır. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutladığımız bugünlerde “Cumhuriyetimizin ilelebet payidar” olması, nice yüzyıllara ulaşması için el birliğiyle, var gücümüzle çalışmalıyız.

EMİNE SUZAN PARAN - TÜRK EĞİTİM VAKFI (TEV) BAĞIŞÇISI

Çanakkale zaferi gazisi bir babanın kızıyım. 1928’de Amasya’da doğdum. Babam subay olduğu için çok gezerdik. İlkokulu Samsun Havza’da okudum. Bir gün Havza’da annem beni tren istasyonuna götürdü. Kocaman vagonlu bir tren geldi önümüzde durdu. Vagonun kapıları açıldı. Pırıl pırıl ayakkabılı biri indi. Bana baktı; başımı, yanaklarımı okşadı. Ben dedim bu kim acaba? Atatürk gelecek diye heyecan olduğunu hatırlıyorum. Meğerse Atatürkmüş… O günü de, Atam’ın gözlerini de hiç unutmam. Kalbimde, zihnimde hâlâ o anı saklarım. Babama savaş sonrası gazi olduğu için İstiklal Madalyası vermişlerdi. Hep yakamda taşırım. Bilirim ki ülkemiz zorlu ve karanlık günlerden çıktı, Atamız ve Cumhuriyet bizi aydınlık günlere kavuşturdu. Ben de ülkeme, Cumhuriyetimize ve Cumhuriyetin geleceği gençlere destek olmak için düşündüğüm günlerde TEV karşıma çıktı. Ben Bağdat Caddesi’nde oturuyorum, bir gün kutlama esnasında komşuma bir bir balon vermişler. Balonun üstünde Türk Eğitim Vakfı yazıyor. Hemen iletişime geçtim. Öyle şeffaf ve güvenilir ki, sağ olsunlar nezaketle ilgilenip hızlıca bilgi verdiler. Sonra da bağışçısı oldum. Çok mutluyum, her şeyden evvel huzurluyum.

Türk Eğitim Vakfı beni etkinliklere götürüyor. Konserleri olur, çok beğenirim. Orada TEV’den burs alan gençler de olur, evladım gibi yanıma gelirler, ilgilenirler, hal hatrımı sorarlar. Bayramlarda bile ararlar. Hepsi pırıl pırıl. TEV çok doğru gençlere burs veriyor, özenle seçim yapıyor belli ki. Çocuklarımızın ileride büyük insan, iyi bir devlet memuru, Türkiye’yi kurtaran gençler ve yetişkinler olmalarını istiyorum. Cumhuriyetin izinden ayrılmasınlar diyorum. Bu sene Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı. Ben de neredeyse Cumhuriyet ile yaşıtım. Yüzüncü yılımız kutlu olsun. Cumhuriyet sevgisi benim kalbimde yüz değil kaç yüz yıl geçse de oradan hiç çıkmayacak. Cumhuriyetimiz Türk gençlerine emanet. Cumhuriyetin gençlerine destek olmak isteyen herkes az çok demeden Türk Eğitim Vakfı ile iletişime geçsin.

İHSAN YAVUZ BALLIK - TÜRK EĞİTİM VAKFI (TEV) BAĞIŞÇISI

1928 Kastamonu doğumluyum. İlk, orta ve lise eğitimimi Kastamonu’da tamamladım. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Kastamonu’da Avukatlık ve Baro Başkanlığı yaptım, sonra Beşiktaş’ta noterliğe başladım. Türk Eğitim Vakfı’nı, yine bir TEV bağışçısı olan Mustafa Sıtkı Erkek vasıtasıyla tanıdım. Mustafa Bey, Kastamonu Taşköprülü’dür. Taşköprü’ye, Türk Eğitim Vakfı aracılığıyla güzel bir okul yaptırdı, daha sonra öğretmen lojmanları ve okulun spor salonunu tamamladı. Onun yaptığı bu hayır işleri çok hoşuma gitti, hayırseverliği bize de örnek oldu, çok değil ama biz de yakınımızdaki gençlere imkânlarımız ölçüsünde yardımcı olmaya çalıştık. Fakat kurumsal bir kurum ve bir teşkilat olmadan bu işin yürümediğini gördük. Bu işi devam ettirmesi için de köklü bir kuruluş aradım, güven duyacağınız bir yer olmalı ki, siz bu dünyadan göçtüğünüzde bile ilgilenmeye devam etsinler.

1980’li yıllarda ben noterlik görevimi icra ederken Koç Ailesi ve Koç Mensupları ile tanıştım. Yıllarca Koç Holding’in noterlik işlerini yapmıştım. Sayın Vehbi Koç ve tüm ailesi çok değerli insanlar. Hepsi bir araya gelince, vakfa ve aileye olan inanç ve güvenle, Türk Eğitim Vakfı’nın her şeyiyle dürüst ve güvenilir bir kurum olduğunu görerek bu bağışımı yapmaya karar verdim. Türk Eğitim Vakfı’nın en büyük vasfı, burs verdikleri talebeleri seçerek ve süzerek alıyorlar. Türk Eğitim Vakfı’nın bir okulu var, Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi (TEVİTÖL). Bir gün beraberce oraya gittik. Orada talebeleri gördüm, çok mutlu oldum. Şahane bir kampüsü var, birbirlerini öyle benimsemişler ki aile gibiler. Aralarında bir kardeşlik, arkadaşlık, sanki beraber doğmuşlar gibi bir dostluk var. Türk Eğitim Vakfı sayesinde iyi bir tahsil görecekler, iyi yerlere gelecekler ve memlekete faydalı olacaklar.

Pırlanta gibi gençlerimize önerim hayatta bir rehber, bir önder isterlerse Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın mücadelesine ve ilkelerine baksınlar. Atatürk bir kutup yıldızıdır ve her zaman doğru yolu gösterir. Onun için yolundan ayrılmasınlar. Mustafa Kemal Atatürk’ü yakından gören bir insanım. İlkokul birinci sınıftaydım. Ankara’da Gazi Çiftliği’ne giderdik, çocuklarla oynarken Atatürk yanımızdan geçerdi. Biz de hemen yanına koşar elini öpüp, asker selamı verirdik. O da bize gülerek selam verirdi. Gözlerindeki ışığı hiçbir zaman unutmuyorum. Dünyanın en büyük insanıdır.

Ben de gençlere yatırım yaparak vatanıma hizmet ediyorum. Gençler de gün gelince bu vatana hizmet etsinler diye. Sağlığa ve ilme yapılan hizmet bence en büyük yatırımdır.

TEV BAĞIŞÇICI – NİLGÜN GÜRESİN

Türkiye’nin ve Türk kadınlarının yurt dışında tanıtılmasını kendisine misyon edinen Nilgün Güresin: “Bugün artık doğru ve akılcı eğitime her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. İşte TEV’in desteği de zaten burada başlıyor.”

Ben ailenin tek çocuğu olarak İstanbul, Şişli’de doğmuşum. Babam gazeteci Ecvet Güresin, İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde ve İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okumuş; aynı zamanda konservatuvarın keman bölümünü bitirmiş. Doğduğum yıllarda babam, Ahmet Emin Yalman’ın sahibi olduğu Vatan Gazetesi’nde istihbarat şefi ve Beyoğlu muhabiriymiş. İstanbul’un kurtuluş günü olan 6 Ekim 1923’te İstanbul’da doğan annem ise Nişantaşı Kız Lisesi’nin ardından ideali olan doktorluk mesleğini seçtiği için İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş. Kadın kimliğini layıkıyla özümsemiş bir kişiydi annem. Kendimi bu denli güçlü ve bağımsız hissetmemde, mücadeleyi sevmemde annemin hem evimizdeki ve hem de kendi kariyerimdeki rolünün çok etkili olduğuna inanıyorum.

İlk ve ortaöğrenimimi Ankara’da tamamladım. Liseyi, bugün adı “Robert Kolej” olan Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde (ACG) okudum. Kendi öz edebiyatımızın yanı sıra dünya edebiyatına, felsefesine, sanatına, düşünce ve yaşam tarzına yön vermiş olan Dante’yi, Shakespeare’i ACG’de öğrendim. 1969’da ACG’den mezun olur olmaz müracaatımı kabul eden Toronto Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi İletişim Bölümü’nde lisans eğitimime başladım. Toronto Üniversitesi’nin lisans alanında “ilk Türk kadın” mezunu olmanın gururunu yaşıyorum. Kendimi tanımam, potansiyelimi keşfetmem sanırım bu yıllarda başladı.


Nilgün Güresin, Toronto Üniversitesi mezuniyetinde ailesiyle, 1973

İdealist yetiştirilmiştim. Ülkeme dönüp, katkıda bulunmak istiyordum. 1975’te Toronto’dan Türkiye’ye döndüğümde kendime üç misyon edinmiştim: Kurumsal İlişkiler mesleğinde en iyiler arasına girmek ve itibarlı bir örnek olmak; prensip sahibi bir kadın yönetici kimliğiyle öne çıkmak; Türkiye’nin ve Türk kadınlarının yurt dışında tanıtılmasına katkıda bulunup Türkiye’yi temsil etmek... Kariyerime Halkla İlişkiler Uzmanı olarak Eczacıbaşı İlaç A.Ş.’de başladım. Şirketin CEO’su Şakir Eczacıbaşı ile çalışma olanağını edindim. 1978’de Halkla İlişkiler Müdürü ve Basın Danışmanı olarak Amerikan Lastik Şirketi Goodyear’da göreve başladım. Goodyear’ın dünyadaki tüm şirketlerinde bu görevdeki “ilk kadın yönetici” oldum. Aklımla ve çalışkanlığımla erkek egemen bir toplumda dahi iş hayatımda varlığımı kabul ettirdim. Belli bir dönem kendi kurumsal ilişkiler şirketimi kurdum. Değişik sektörlerdeki şirketlere danışmanlık hizmeti verdim.

1989’da Amsterdam’a taşındım; 2000 yılında da Paris’e. Türkiye’nin ve Türk kadınının tanıtılması yönünde birçok çalışma turları organize ettim. 2006’da ülkeye dönmenin zamanıdır deyip, tası, tarağı topladım ve İstanbul’a geldim. Türk Amerikan İşadamları Derneği’ne (TABA) koordinatör olarak girdim. Bir gün sevgili Betül Mardin aradı; Bülent ve Hasan Tanla’nın kuracağı TEKSATIR Bilgi Sitesi için röportaj yazarlığına davet edildim ve elliyi aşkın duayenle söyleşiler yaptım. 2009-2013 yıllarında ise CNR Fuarcılık Şirketinde Pazarlama ve Kurumsal İlişkiler Koordinatörlüğü görevini yürüttüm. 2014 yılından itibaren sanat ve müzik kurslarına devam ediyorum.

Akılcı Eğitime İhtiyacımız Var

Babamın Vehbi Koç ve Nejat Eczacıbaşı ile dostluk bağları vardı. Türk Eğitim Vakfı’na bağışçı olmamda vakfın kurucuları bu iki ismin büyük rolü vardır. Hep vatanıma borcum varmış gibi hissederdim. Ülkeme olan borcumu ancak bu ülkenin güzel çocuklarına destek olarak öderim dedim ve Türk Eğitim Vakfı’na bağış yaptım. Türk Eğitim Vakfı her varlığı, her bağışı sürdürülebilir bir şekilde değerlendiriyor. Vakıf içinde vakfınız varmış gibi oluyor.

TEV, öğrencilere uzun soluklu katkı sağlıyor. Mentor desteği de veriyor ve bu da gençlerin rol model ihtiyacına katkı sağlıyor. Staj, İngilizce kursu, istihdam etme gibi destekleri var. Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi’nde (TEVİTÖL) cevherler yetişiyor. TEV de cevherleri buluyor. Geleceğin bilim, iş insanları, sanatçılarını yetiştiriyorlar. Ayrıca TEV şeffaf ve hesap verilebilirlik ilkesini benimsemiş bir Vakıf. Deprem felaketi hepimizi derinden yaraladı. Bu güzel evlatlar birçok şeye erişemez durumdalar. Akılcı eğitime bugün her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç var. Bugün modern bir Türk kadınıysam bunu Atatürk’ün bilimsel eğitime verdiği değere de borçluyum. Ve en önemlisi Atatürkçü bir gençlik yetişmesine katkıda bulunuyorlar. Ben daha ne isterim…

TEV BAĞIŞÇISI – MESRURE AKEV

Mesrure Akev, “Cumhuriyetin ikinci yüzyılı inanıyorum ki daha parlak olacak ama bu parlak gelecek de okuyan yeni nesillerle, eğitimle olacak” dedi.

‘’MESRURE AKEV: BAĞIŞIM ATATÜRK YOLUNDA GİDEN GENÇLERE’’

İstanbul doğumluyum, 81 yaşındayım. 40 yıl Dışişleri Bakanlığında İdari Ataşe olarak çalıştıktan sonra emekli oldum. Dedem Selanikli bir tütün tüccarı idi ve 180 yıllık aile şirketini yönetiyordu. Kendisi aynı zamanda Atatürk ile sınıf arkadaşı imiş. Küçükken dedemin anılarını halamdan dinlerdim, böylece Atamıza hayranlığım küçük yaşlarda başlamış oldu. Babam iyilik yapmasını seven bir insandı, ihtiyacı olan çocukları okutmak için bağışta bulunurdu.

Ümidimiz gençlikte

Bağış kültürünün ve küçük bir etkinin bile nasıl hayatlar değiştirebileceğini daha o zamanlar anladım. Annem Avusturyalı idi. Çok yönlü ve lisanlı yetişmek bizim ailede çok önemli idi, gençliğimde uzun yıllar bale ve jimnastik eğitimi aldım. İngilizce, Almanca, Fransızca ve orta derecede İspanyolca biliyorum. Dokuz yıl önce uçmadığı için evime aldığım ve Selami adını verdiğim minik serçemle birlikte yaşıyorum.

İlkokulu Şişli Terakki’de, ortaokul ve liseyi Alman Lisesi’nde okudum. Öğrenmeyi, okumayı hep sevdim. 53 yaşımda açık öğretimden iktisat bölümünü bitirdim. Liseyi bitirdikten sonra üniversite okumak üzere Zürih’e gittim, ancak bir formalite hatası nedeniyle üniversiteye başlayamadım. Çok iyi derecede Almanca ve Türkçe bildiğim için 1966 yılında Almanya’daki Türk Konsolosluğu’nda çalışmaya başladım. On üç yıl aradan sonra ateşe unvanı için sınava girdim ve 450 kişi içinde 3. olarak Ateşe unvanını aldım. Sınav için Türkiye tarihini detaylı çalışırken Mustafa Kemal Atatürk’ün emeklerini, bu ülke için kıymetini bir kez daha anladım. Ülkemizin bağımsızlık mücadelesi kolay kazanılmadı, Cumhuriyetin ikinci yüzyılı inanıyorum ki daha parlak olacak ama bu parlak gelecek de okuyan yeni nesillerle, eğitimle olacak. 16 seneyi Köln’de geçirdikten sonra 1982’de Ankara’ya tayin oldum. Almanya’nın çeşitli şehirlerindeki konsolosluklarda görev yaptım, son tayin yerim ise Meksika idi. Çalışma hayatım boyunca bir sürü şehir ve ülke gezdim.

Mesrure Akev, Alman Lisesi, 1961
(Mesrure Akev, Alman Lisesi, 1961)

Annemi Alzheimer hastalığından kaybettim. Hep düşünürdüm bir gün her şeyi böyle unutacağız, geçmişin, mal varlığının bir önemi kalmayacak, rutin alışkanlıklarımız içinde hepsi yok olup giderken aslolan ardında iz bırakmak derdim. İnsanın adının ve varlığının yaşatılması önemli. Türk Eğitim Vakfı işte tam olarak bunu yapıyor.

Pandemi döneminde, 2020 yılında yine Sözcü okuduğum bir gün gazetede Türk Eğitim Vakfı’nı detaylı olarak tanıdım. Aradım, yetkililerle görüştüm. Çalışanların hepsi çok nitelikli ve işinde uzman. Çok güvendim, tüm varlığımı vakfa emanet etmeye karar verdim. Öğrencilerin okutulması, eğitim hayatlarına ışık olunması için böyle bir karar aldım. Benimle öyle titizlikle ilgilendiler ki, bir aileye dâhil olduğumu hissettim. TEV ailesinde 3 yılımı doldurdum. Bağışçısına da, burs verdiği gençlere de eşit yaklaşır, adil davranır. Bunca zamandır düzenli olarak arar ihtiyacımı sorarlar, bayramlarda burs verdiğimiz çocuklar mutlaka arar ben onlara evlat diyorum. Bazı özel günlerde bir araya geliriz gençlerle, hepsi Atatürkçü pırıl pırıl bireyler. Onları gördükçe iyi ki diyorum, böyle kıymetli, Atatürkçü, çağdaş bir vakfın bir parçası ve bağışçısı olmuşum. Kendimi güvende hissediyorum, manevi bir huzura eriştim adeta. Bağışım emin ellerde diyorum. Desteğim Atatürk yolunda giden başarılı gençlere hizmet ediyor. Çevremdeki tüm dostlarıma da her fırsatta TEV’i anlatıyorum.

Türkiye’ye faydalı olacak tek şey yetişen gençler, bize düşen de onların eğitimlerini desteklemek. Atamızın da dediği gibi: Bütün ümidimiz gençlikte.

TEV BAĞIŞÇISI – SÜHEYLA ALTMIŞDÖRT

Coşkun Sabah, Ahmet Özhan elinin değdiği binlerce öğrencisinden en meşhur olanları… İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda 49 yıl aralıksız ders veren, 42 yılını da Üniversite Korosu Şefi olarak geçiren Klasik Türk musikisi alanında ‘hocaların hocası’ Süheyla Altmışdört ile buluştuk. Hem eski albümleri karıştırdık hem müzikteki yeni usul ‘fasıl’ları konuştuk. 97 yaşındaki Altmışdört, “Krallık bir İngiltere’de bir de musikide vardır; tek idareci şef, tek anayasa notalardır! Şimdiki fasıllar fasıl değil. Güzel okumak; hissetmek demektir, yorumdur. Musiki çok bağırmak değildir” diyor...

Onu Feriköy’deki iki katlı, müstakil, şirin evinde ziyaret ediyoruz. Yalnız biz değil, her gün çok sayıda ziyaretçisinin geldiğini, dünyanın dört yanından öğrencilerinin telefonlarına cevap vermekle meşgul olduğunu söylüyor. Dile kolay, hocalık yaptığı 49 yıl boyunca binlerce öğrencisi olmuş! Türk klasik musikisi alanında ‘hocaların hocası’ olarak anılan Süheyla Altmışdört ile beraberiz. Hikâyesi 1926 yılında Trabzon’da başlıyor.

SOYADI YENİÇERİ AĞASI’NDAN...

İlk soru; soyadı neden Altmışdört? Bu soruyla çokça karşılaşmış olmanın rahatlığıyla yanıtlıyor: “Osmanlı döneminde malum ‘Yeniçeri Ağa’ları varmış. Benim dedelerimin dedeleri de 64’üncü ocağın ağasıymış. Padişahtan sık sık ‘64. Ocak Ağası’na’ diye fermanlar gelirmiş. Buradan kalma, aile daha Soyadı Fermanı’ndan çok önce Trabzon’da ‘Altmışdörtzadeler’ diye bilinmeye başlamış. Sonra ‘zade’ler kalktı, ‘Altmışdörtoğulları’ oldu. Sonra ‘oğullar’ da kalktı, Altmışdört kaldı (gülüyor).”

İLK ENSTRÜMANI EVDEKİ SÜPÜRGE

Süheyla Hanım, bir ‘Altmışdörtzade’ olarak 1926 yılında tüccar bir baba ile hafız bir annenin beş çocuğundan üçüncüsü olarak Trabzon’da dünyaya geliyor. Çocukluğu Trabzon’da geniş bir bahçe içinde müzik sesleriyle geçiyor. Babası, amcası, halaları… Herkes bir enstrüman çalıyor. Babasının, annesine evlilik hediyesi bile bir ud oluyor. Anne udla pek ilgilenmiyor ama çocuklar, özellikle de Süheyla Hanım’ın ağabeyi küçük yaştan itibaren keman çalmaya başlıyor. Bu sırada babanın işi için Erzurum’a taşınıyorlar. Süheyla Hanım da burada müzik derslerine başlıyor. Müzikle ilk temasını şöyle anlatıyor: “Yengem ud çalarken ona heves edip bir süpürge almış, içinden kopardığım telle ‘dım dım dım’ diye çalmıştım. Ders çalışırken bir yandan radyoda Münir Nurettin Selçuk dinler, defterimin kenarlarına güfteleri not ederdim. Hem kemanı hem udu elime alıp öttürürdüm. Piyanoda da tangolar söylüyordum. Aslında Batı musikisine çok daha fazla meylim vardı ama sonra Türk musikisine döndüm. Bundan da memnunum (gülüyor).”

SENE 1968
(SENE 1968)

OKULUN MİNİK KORSAN ÖĞRENCİSİ

Okumaya da meraklı… Henüz yaşı gelmeden ağabey ve ablasına eşlik etmek üzere her gün okula gidiyor. Bir gün derse giren müfettiş, sınıftaki ‘korsan öğrenci’yi yakalıyor; ‘Küçük, kalk tahtaya A yaz’ diyor. Kayıtsız olduğu ortaya çıkınca, okuldan ayrılmama eylemi yapıyor. Henüz altı yaşında. Sonunda öğretmenler aileyi arayıp ‘Nüfus kâğıdını yollayın da kayıtlı olsun’ diyor. Okula kaydı yapılınca müsamerelerin aranılan ismi oluyor. Liseyi Trabzon’da birincilikle bitiriyor. O dönemin üniversite sınavı ‘Olgunluk İmtihanı’nda iyi derece alıyor ama… Süheyla Hanım devam ediyor: “İkinci Cihan Harbi bitmişti ama zor hayat vardı. İstanbul’da yurt olmadığından beni tek başıma yollamak istemediler. Evde devamlı ağlıyorum illâ okuyacağım diye… Kimya mühendisi olmak istiyordum. Mahalledeki ortaokulun müdürünü babam tanıyordu. Durumu anlatınca, o, ‘Tamam ben vekil hoca olarak onu alayım’ dedi. Matematik dersi vermeye başladım. Böylece öğretmenliğe ilk orada başlamış oldum. Sonra Kız Enstitüsü’nde defter tutma dersi verdim.”

RADYODAN SESİNİ DİNLEDİĞİM MÜNİR NURETTİN HOCAM OLDU

Aile 1948’de İstanbul’a taşınıyor. Süheyla Hanım burada meşhur piyano hocası Fulya Akaydın’dan ders almaya başlıyor. O, öğrencisindeki isteği görerek konservatuvara girmesini öneriyor. Süheyla Hanım şöyle devam ediyor: “O zamanlar belediye konservatuvarı vardı. Annemler mani olmuyordu ama ‘Şarkıcı mı olacaksın?’ diye takılıyorlardı. Sonunda sınava girdim ve Türk musikisi bölümünü kazandım. Gönlüm Batı musikisinden yanaydı ama aile ‘Evde bağırma çağırma dinleyemeyiz’ dediler. Ben de klasik Türk musikisine girdim (gülüyor). Küçükken radyoda sesini dinlediğim Münir Nurettin Selçuk hocam oldu. Şefik Gürmeriç de efsane bir hocaydı. Konservatuvar 1941’de kurulmuştu ama sadece nazariyat vardı; ne nota vardı ne başka şey… Şefik Hoca Türk musikisinde muazzam bilgiye sahipti. İlkokul talebesine öğretebilecek seviyedeydi. Bize Türk musikisini Batı musikisiyle karşılaştırarak nazariyat verirdi.”

İYİ NAZARİYAT ANLATIRDIM

Bir zaman sonra Süheyla Hanım da kendini hayranı olduğu hocalarla ders verirken bulmuş: “Henüz öğrenciyken hocalık yaptım. Kapıya bakan Osman Efendi bütün hocaları tanıyordu. Girerken, ‘Süheyla gel, Şefik Hoca telefon etti. Kendi gelemeyecek, derslere sen girecekmişsin’ diye haber verirdi. Öğrenciler de benden memnun kalmış; nazariyat anlatışım hoşlarına gidermiş. Mezuniyetten sonra Şefik Hoca beni konservatuvarda ders vermek için davet etti. Kadro açılana kadar parasız başladığım konservatuvarda emekli olana kadar tam 49 sene hocalık yaptım. Kadro imtihanına Münir Nurettin Selçuk girdi. Münir Hoca çok değişik bir insandı. Musikide en küçük ses kaymasını hemen anlardı. Bana, ‘Müziği beş kişi biliyorsa biri de sensin’ derdi.”

MEŞHUR ÖĞRENCİLERİN KARNESİ

Gelen parlak öğrencilerden birkaçını bugün tüm Türkiye tanıyor; Ahmet Özhan, Coşkun Sabah… Süheyla Hanım, “Meşhur öğrencim çok! Yetiştirdiğim öğrenciler bugün dünyanın dört bir yanından orkestra ve korolarda…” diye anlatıyor: “Coşkun Sabah’ı çok gençken tanıdım. İyi talebeydi. Coşkun şahane güzel ud çalıyordu. Münir Nurettin Bey’e götürünce, onu ‘Biçilmiş kaftan’ diye tanımlayıp hemen icra heyetine almıştı. İmtihanda başkaları da vardı ama diğerleri sadece nota çalıyordu. Coşkun’sa etkili ve yorumlu çalıyordu. Çalışındaki duygu havası başka kimsede yoktu. Halen onun gibisi yok. Arada beni ziyarete gelir, sohbet edip iskambil oynarız.”

SENE 1973 - En parlak öğrencilerinden Coşkun Sabah ile...
(SENE 1973 - En parlak öğrencilerinden Coşkun Sabah ile...)

İSTEMEYE İSTEMEYE GİRDİM 42 YIL KOROYU YÖNETTİM

Süheyla Altmışdört, 1961 senesinde istemeye istemeye girdiği, bugün ‘Üniversite Korosu’ olarak bilinen konservatuvar korosunun tam 42 yıl şefliğini yürüttü. Koro yönetmek zor bir iş midir? Her kafadan çıkan farklı ses nasıl ahenkli hale getirilir? Şöyle anlatıyor: “Fikir ayrılıkları, farkı kimlikler dışarıda bırakılır. İçerideki hâkim müzik olur. Krallık bir İngiltere’de bir de musikide vardır! Tek idareci şef, tek anayasa notalardır. Korist olmak solist olmaktan zordur, çünkü yanındaki insanın sesini geçmeyeceksin. Anonim, hep beraber olabilmek için hep yanındakini dinleyeceksin. Sesini ona göre ayarlayacaksın.”

MİRASI ÖĞRENCİLERE

‘Hocaların hocası’ diyor ki: “Ben hiçbir zaman ‘Sen şunu yaptın’ diye öğrenciyi doğrudan düzeltmez hep genel konuşurum. Örneğin, bir öğrenci karşımda bacak bacak üstüne attıysa ‘İyi nefes için bacak bacak üstüne atmamak lazımdır’ derim. O anlar. Hiç cesaret kırmam. Ömrümü öğretmekle geçirdikten sonra eğitimdeki mirasımı sürdürmek için malvarlığımı Türk Eğitim Vakfı’na (TEV) bağışladım.”

SENE 1976 - Halk Eğitim Merkezi’nde bir grup öğrencisiyle.
(SENE 1976 - Halk Eğitim Merkezi’nde bir grup öğrencisiyle.)

ÇOK BAĞIRINCA İYİ SÖYLEMEZSİN

Bugünlerde kimleri beğeniyor? İyi ‘Klasik Türk musikisi’ için kimleri dinlemeliyiz? Yanıtı: “Yenilerde kimse yok diye ukalalık etmeyeyim ama ben dinlemiyorum. Söyledikleri şarkıları tanımıyorum. O kadar güzel bestelerimiz var. Şimdi bu güzel besteleri Devlet Koroları okuyor ama radyoda, televizyonda hiç yok. Ben fasılları severim. İlk kez dinleyecek birine basit eser dinleteceksiniz. Türk müziğinde birinci olarak Münir Nurettin Bey vardır. Sonra Sadi Işılay, eskilerden Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Neriman Altındağ… Sonrakilerden o kadar çok yok. Musiki çok bağırmak değildir. Güzel okumak; hissetmek demektir, yorumdur. Eğitimli kişi okuduğu şeyin ne olduğunu, eserin manasını öğrenir ve ona göre nerede ne yapacak bilir. Yorum meselesi sesi ona göre ayarlamaktır. Şimdi bangır bangır bağırıyorlar.”

MUTLU OLMAK İÇİN…

Hocadan bir de 97 yıllık hayat dersi: “Mutlu olmak için herkesi olduğu gibi kabul etmek lâzım. Fikri ne kadar zıt olursa olsun insanlığı olduktan sonra benim için kabul. Hiç münakaşa etmem. İnsan değilse, başımın tacı olsun, istemem.”

Kıymetli Bağışçımız Süheyla Altmışdört ile yaptığımız özel röportajımız Hürriyet gazetesinde 17 Aralık 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

1970'ler
(1970'ler)

Türkiye’nin ilk kadın beyin cerrahı olarak tarihe geçti. Kafasına koyduğunu yapan bu güçlü kadın, hayatını hastalarına adadı. Hiç evlenmedi ve çocuğu olmadı. Ama o meslek hayatı boyunca çalışıp kazandığı ne varsa, büyük çoğunluğunu kız çocuklarını okutmaya adadı. İşte 92 yıllık efsane:

20 Eylül 1929 yılında Erzincan’da dünyaya gelen ve 4 çocuklu bir ailenin en küçüğü olan Aysima Altınok, ilkokul eğitimini burada tamamladıktan sonra ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı. 1939 Erzincan depreminden iki ay önce geldiği bu koca şehir onun hayatını değiştirecekti. Süleymaniye Kız Ortaokulu ve ardından İstanbul Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra sıra üniversiteye geldi. Daha küçük yaşlarda doktor olmayı kafaya koyan Aysima Altınok cerrah olma hikayesini şöyle anlatıyor: ‘’Bizim zamanımızda Türkiye’de bir tane tıp fakültesi vardı. O da İstanbul Tıp Fakültesi. Ben oraya üçüncülükle girdim. İkinci sınıfta anatomi fizyoloji okumaya başladığımızda baktım birçok şeyin geniş bilgisi var. Ancak beyin bütün her şeyi idare ediyor ama hakkında doğru düzgün bilgi yok. Bir şey söylüyor ama onu doğru düzgün yerine oturtmuyor. Dedim ki tamam ben beydin cerrahı olacağım’’

Merdiven Tepelerinde

1952 yılında üniversiteden mezun oldum. Türkiye’de de dünyada da beyin cerrahı sayısı azdı. Bazı üniversiteler beni kadın doktorları cerrahi bölümlere almadıkları için reddettiler. Doç. Dr. Feyyaz Berkay o zaman nöroloji kliniğinin üstünde bir nöroşirurji departmanı kurmuştu. Ben de ona gittim beyin cerrahı olmak istediğimi söyledim. Gelip ameliyatları seyretmek için izin istedim ve o da kabul etti. Arkasına bir merdiven koydu ben tepesinden hepsini takip ettim. İki buçuk sene çalıştım orada. 1956 yılında ise Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde Türkiye’de nöroşirurjinin (beyin ve sinir cerrahisi) kurucusu olarak kabul edilen Doktor Hami Dilek’in asistanı oldum ve ondan eğitim aldım. Sonra gazetede bir ilan gördüm. Bakırköy Akıl Hastanesinde bir asistan açığı varmış. Doktor Hüsamettin Gökay’ın asistanı olarak çalışmaya başladım. 1959 yılında uzman oldum ve 9 yıl sonra da klinik şefi oldum. 30 küsur sene Bakırköy’de çalıştım.

‘ERKEK İŞİ’ DEDİLER

‘Doktorluk zaten erkek işi, beyin cerrahı zaten büsbütün öyle. ‘’Ne olacaksın sen?” derdi çevremdekiler. Ben istedikten sonra her şeyi yaparım dedim. Ben bugüne kadar yapamayacağım hiçbir işe başlamadım. Her başladığım işi başından sonuna kadar düzgün götürdüm. O yıllarda da başladığım işi tamamlamak istedim hep. Sabaha kadar uyumam, her hastamla ilgilenirdim. Yani kız çocuklarının, erkeklerden bir farkı olmadığı hatta bazı alanlarda çok daha başarılı olabileceğini söylüyorum.

KADIN KENDİNİ SEVMELİ

Kız çocuklarına eşitlik kavramını mutlaka öğretin ve onların da bu hayata katacakları değerlere dair onları yönlendirin. Kendine güvenen kız çocuklarının yetişmesi için artık daha fazla sayıda bilinçli ebeveyn ve toplumsal etki yaratan insan var. Kız çocuklarınıza, kendini sevmenin bir lüks olmadığını, daha iyisini hak ettiğini, “Ben iyi bir hayatı hak ediyorum” diyerek güne başlamayı öğretin. Kendini seven her bir kadın, kendi değerlerini var ederek; cinsiyet eşitsizlikleri barındıran sistemi aksatmış olur. Bu yüzden; kadının kendini sevmesi çok önemlidir.”

ONU ÖRNEK ALIYORUZ

Aysima Altunok, Türk Eğitim Vakfı bağışçısı olarak bugüne kadar çok sayıda kız çocuğunun eğitimine destek oldu, olmaya da devam ediyor. Onlardan ikisi Melis ve Aslı… idol olarak gördükleri meslek büyüklerini evinde ziyaret ettiler. Annesinin “Kendi ayaklarının üstünde dur. Kimsenin eline bakma ve güçlü bir kadın ol” dediği Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi ikinci sınıf öğrencisi Melis Beyaz. “Annem babam okuyamadığı için tek istekleri bizi okutmak ve iyi yerlere gelmemizi sağlamaktı” dedi. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Aslı Nur Kurt da, “Çok küçük yaştan beri hep doktor olmak istiyordum. Hatta Aysima Hanım gibi bir cerrah olmak istiyorum. Onunla tanıştığım için aşırı mutluyum. Yaşam hikayesinden örnek alıyorum. Kendi alanında çığır açmış bir insan. Bugün tıp alanında da diğer alanlarda da Türk kadınları belli bir konuma gelebildiyse Aysima Hanım gibi kadın karakterler sayesinde. Bunu onlara borçluyuz.” diyor.

İLHAM KAYNAĞI

Türk Eğitim Vakfı Genel Müdürü Yıldız Günay ise, “Türkiye’nin ilk kadın beyin cerrahı, kıymetli bağışcımız Op. Dr. Aysima Altınok ile bursiyerlerimiz Melis ve Aslı’nın hikayeleri ilham veren ve cesaret veren kadın hikayelerimizden bir kaçı. Sizleri de arkasında rüzgarını hissettiğiniz, yanınızda desteğini bulduğunuz tüm kadınları onurlandırmaya ve kızlarımızı desteklemeye davet ediyorum. Tüm kadınların hayallerini gerçekleştirebildiği, ihtiyaç duyduğu anda destek bulabildiği bir dünyamız olsun” dedi.

Yetim babasını Kazım Karabekir Paşa’nın okuttuğu Avukat Gülten Alkan “Bu ülkeye borçluyum” dedi, hayatını eğitime adadı. Türk Eğitim Vakfı’na vasiyet bağışçısı oldu.

Yaşayan bir tarih 82 yaşındaki avukat Gülten Alkan… Üç cephede savaşan askeri eczacı Ömer Lütfi'nin torunu olan Alkan'ın babası Agah Bey ise ‘Yetimlerin Babası' olarak bilinen Kazım Karabekir Paşa'nın okuttuğu yetimlerdendi. Bir hukuk çınarı olan Gülten Alkan da “Benim bu ülkeye borcum var” deyip Türk Eğitim Vakfı'nın vasiyet bağışçılarından oldu… 1963'ten bugüne bir fiil avukatlık yapan, ceza hukukçusu olarak sıkıyönetim mahkemelerinde savunmalara çıkan avukat Gülten Alkan'la tarihten bugüne sohbet ettik. Çocukluğunu anlatırken yüzündeki tebessüm hiç kaybolmadı. Ama konu hukuk ve adalete geldiğinde hüzünlenip “Kızıyor ve üzülüyorum çünkü hukukun gerektiği gibi uygulanmadığını görüyorum” diyen Gülten Alkan'la 5 Nisan Avukatlar Günü vesilesiyle bir araya geldik. İşte 82 yılı deviren hukukçu Gülten Alkan'ın tarih kokan anıları:

İSMET PAŞA'NIN ARKADAŞI

‘‘Babamdan başlamak isterim' diyor naif ses tonuyla… “Çünkü benim bu ülkeye borcum var” diyerek sohbete ailesinin anılarıyla başlıyor Gülten Alkan… “Babam Agah Alkan, Kazım Karabekir Paşa'nın okuttuğu yetim çocuklardan. Annesi onu doğururken ölmüş. Babası da o çok küçükken öldürülüyor. Bayburt'un köyünde teyzesinin yanında büyüyor. Dünya savaşında aç kalıyorlar. O sırada Kazım Karabekir Paşa bütün yetimlerle ilgileniyor, onlara kucak açıyormuş. Onun açtığı okul ve yetimhaneler bugünkü kolejlere taş çıkarırmış. Kazım Karabekir Paşa'ya da hep gidermiş. Ona minnet borçluyuz. Subay oluyor babam. İstanbul'da annemle tanışıp evleniyor. Ben ve iki kardeşim dünyaya geldi. Kardeşlerim de okudular. Üç kardeşten şimdi bir tek ben hayattayım. Biz asker çocukları çok yeri dolaşırız. Ama biz çok güzel bir çocukluk geçirdik. Babam anneme hep ‘Muazzezciğim diye seslenirdi. Ailemiz anaerkildi. Babam sevgi dolu bir insandı. Annem Muazzez ise askeri eczacı Ömer Lütfi'nin kızı. Büyükbabamın doğumu 1882. İsmet Paşa'nın da arkadaşı. Üç cephede birden çarpışıyor. Yemen, Trablusgarp ve Balkanlar. O da 40 yaşında hayatını kaybediyor. Anneannem 25 yaşında dul kalıyor. Geride 4 ve 8 yaşında iki yetim bırakıyor. Harp zamanı maaşı da ödenemiyor ve anneannem ne var ne yok satıyor.” 22 Haziran 1939 Kütahya doğumlu olan Gülten Alkan ilkokula 6 yaşında Merzifon'da başladı. 2, 3 ve 4'ü Ankara'da, 5. Sınıfı Erzurum'da okudu. “Asker çocuğu olmak zordur, ama bir o kadar da onurlu bir şeydir. Bizim ailede saygı sevgi ve dayanışma vardı” diyen Alkan'a çok zor yıllarda avukatlık yapmışsınız deyince “hayır bundan çok daha rahattık” diye itiraz etti. Hukuk okumaya nasıl karar verdiğini ve o yılları şöyle anlattı:

HUKUK ÇOK ÖNEMLİ

“Ben inşaat mühendisi olmak istiyordum. İstanbul Kız Lisesi'ni bitirdim. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne girdim. Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde davalara girdim. Bazı hakimler çok adildi. Tüm mahkemeler için geçerli değil. Gölcük Donanma Mahkemesi'nde gencecik çocuklara hırsızlıktan idam cezası verip astılar. Dönem değişti ama maalesef yaşananlar aynı. Bugün hala hukukun üstünlüğünü tartışıyoruz. Kızıyor ve üzülüyorum.”

1963'TEN BERİ AVUKATIM

“Aklımda inşaat mühendisliği vardı. Babamın bir komutanı bayramda bize geldi, “Dağda bayırda nasıl çalışacaksın” diye sordu. Hukuk seçtim. Staj döneminin ardından 1963'ten beri bir fiil avukatım.”

Üç kuruşunuz varsa bir kuruşunu eğitime verin

Gülten Alkan, okumak isteyen gençlere destek olmak ve ülkenin aydınlık geleceği için 1967'de kurularak binlerce öğrencinin eğitimine destek olan Türk Eğitim Vakfı'na vasiyet bağışı yaptı. Alkan eğitime verdiği önemi ise şu sözlerle anlattı: “Eğitimin önemine inandığım için ölümümden sonra mirasımı eğitim alanında güvendiğim kurum olan Türk Eğitim Vakfı'na vasiyet bağışı yaptım. Çünkü eğitimsizlik ülkeleri yıkar. Üç kuruşunuz varsa bir kuruşunu eğitime ayıracaksınız. Eğitim ve eğitim; yine eğitim diyorum. Çok mühim. Devamlı okurum. Hayatım çalışmak üzerinedir. Okuma alışkanlığım olmasa şu salgın döneminde çıldırırdım. Bir senedir evdeyim. Kitapsız bir ömrü düşünemiyorum.”

İfakat Yavuz, 89 yaşında emekli hemşire. 60 yıllık meslek yaşamı boyunca dişinden tırnağından arttırdığı tüm birikimini önce Türk Eğitim Vakfı’na (TEV) bağışlamış. Daha sonra elinde kalan dairesini de Darüşşafaka’ya bağışlayarak vakfın Maltepe Rezidansı’nda yaşamaya başlamış. 19 yaşında ailesinden ayrılarak İstanbul’a gelen ve çalışırken okuma yazma öğrenip, diploma alan İfakat Hemşire’nin yaşamı boyunca verdiği en büyük mücadele kızların okuması için olmuş. Bu mücadelesine hâlâ devam eden Yavuz, anne babalara “Özellikle kızlar okusun” diye sesleniyor.

İfakat Yavuz, 15 Aralık 1933 tarihinde Trabzon’un Vakfıkebir ilçesine bağlı Gökçe köyünde 7 çocuklu bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği köyünden aklında; derin yeşil ormanlar, sarp dağlar, sis, yağmur ve güneşin dışında bir okul resmi kaldı. İfakat Hanım belleğinde canlılığını hiç yitirmeyen bu resmin hikayesini şöyle anlatıyor:

OKUL İNŞAATINA KUM TAŞIDIM

“Toplam 60 yıldan fazla çalıştım. Hastanelerde olduğu kadar evlere gidip baktığım hastalarım da oldu. Onlardan hayatı öğrendim. Hiç boş durmadım, kitap, roman, tarih okudum. Biriktirdiğim tüm parayı kapısından hiç giremediğim okullar için harcadım, sahip olduğum her şeyi eğitime bağışladım. Köyüme okul yapılırken henüz küçük bir çocuktum. Hayalim bu okulun açılması ve arkadaşlarımla birlikte sınıflarda, sıralarda oturmak öğretmenlerden ders dinlemekti. İşte bu hevesle küçücük bir kızken köyümün okulunun inşaatına sırtımda kum taşıdım. Ama o okula kız olduğum için beni göndermediler. Bu içimde bir uhde olarak kaldı. Okul çağlarımda, bir kalem, bir silgi bana nasip olmadı. İşte bu yüzden şimdi çocuklar ama özellikle de kız çocukları mutlaka okusun istiyorum.”

‘KIZIM’ DİYE BENİ OKUTMADILAR

İfakat Yavuz inşaatına sırtında kum taşıdığı okula giden çocuklara imrenerek büyüdü.16 yaşında geçirdiği ağır romatizma hastalığı nedeniyle üç ay hastanede yattı. O dönem kendisine destek veren hemşirelerden çok etkilenerek, bu mesleği yapmayı kafasına koydu. İyileştikten sonra köyüne dönen Yavuz, okula giden erkek çocuklarını yanına çağırıp, “Ben okulunuz için dereden sırtımda kum taşıdım, siz de benim için mektup yazacaksınız” dedi. Böylece İstanbul’da hemşire olan halasının kızı ile mektuplaşmaya başladı. Daha sonra mektuplaştığı kuzenini ziyaret etmek için gemiyle İstanbul’a gelen İfakat Yavuz, bir daha da geri dönmedi. 19 yaşında okuma yazmayı kendi kendine öğrendikten sonra ilk ve ortaokulu dışarıdan bitirdi. İlk olarak Zeynep Kamil Hastanesi’nde hastabakıcılık yaptı. Ama aklı hemşirelikteydi. Zeynep Kamil’den sonra geçtiği İstanbul Samatya Hastanesi’nde yine hastabakıcı olarak çalışırken hemşire kuzeninin desteğiyle Şişli Terakki Yatılı Hemşirelik Okulu’na başladı.

KENDİ ADINI TAŞIYAN OKUL YAPTIRDI

Çok istediği hemşirelik eğitimini tamamladıktan sonra da Samatya Hastanesi’ne hemşire olarak atandı. 1964’te fizyoterapist olarak aynı hastanede çalışmaya devam etti. Hem hastane de hem de hastane dışında Türkiye’nin ileri gelen ailelerinin fizyoterapistliğini de yaptı. Yavuz, çalışmaya başladığı ilk günden itibaren sağlık ocağı yaptırmak hayaliyle para biriktirmeye başladı. Ama sonra fikrini okul yapmaktan yana değiştirdi. Çocukluğunda okula gidememenin yarattığı hayal kırıklığı ile bu adımı atan Yavuz, 2011’de Türk Eğitim Vakfı (TEV) ile Van depremi sonrasında kendi adını taşıyan okulu yaptırdı.

ERKEK ÇOCUKLAR 2, KIZLAR 5 OKUSUN

İfakat Hemşire, 24 derslik ve yaklaşık 1950 öğrenci kapasiteli okulun açılışında şöyle demişti: Hayatım köylü çocuğu olmaktan ibaretti. Bugünlere kadar gönlümde bu yavrucakları okullu görebilmeyi arzu ettim. Çünkü ben çok geç eğitime başladım. Köylü oluşumuz, büyüklerimizin bizi okutmayışı, ‘Erkek çocukları okur, kız çocukları okumaz’ anlayışı nedeniyle eğitime çok geç başladım. Ben burada diyorum ki, erkek çocukları 2, kız çocukları 5 okusun. Benden şifa bekleyen hastalarımın sayesinde elde ettiğim birikimimi bugünleri görebilmek için harcamaya karar verdim. Ben çok zor okudum. Dışarıdan okuyarak eğitime devam ettim. Bir okul, silgi, kalem bana nasip olmadı. Onun için okuyamadığım okula ve yetişecek çocuklara çok değer veriyorum ve bunu düşünerek bugünlere gelmeyi hayal ettim ve hayalim gerçekleşti.”

Türk Eğitim Vakfı’nın bağışçısı emekli öğretmen Necmettin Bağcı, küçük miktarda yapılan bağışların bile damlalar halinde birikerek göl olduğunu söyleyerek, TEV’e gönül rahatlığı ile bağış yapılabileceğini belirtti. İşte Necmettin Bağcı’nın hayat hikayesi ve açıklamaları...

1936’da İstanbul, Sefaköy’de doğdum. 7 çocuktan ikincisiyim. 12 yaşında köyün ilkokulunu bitirince çalışmaya başladım. Babam bağlarda çalışırdı, ürünleri korumak için teneke çalar serçeleri kovalardım. Devlet ortaokulunun parasız yatılı sınavını kazandım. Her gün 5 kilometre okula yürürdüm, bilgi için öğrenmek için her şeye değerdi. Ardından öğretmen okulu ve Çapa Eğitim Enstitüsü’nün parasız yatılı sınavını kazandım. Bir yıl Çaykara’da öğretmenlik yaptım. Askerliği Erzincan Asker Lisesi’nde öğretmen olarak yerine getirdim. Sonra devlete olan mecburi hizmetimi ödeyerek İstanbul’da öğretmenliğe başla-dım, Işık Lisesi’nde. İTÜ’nün İnşaat Mühendisliği bölümünün sınavını kazandım, onu bitirdim. 1965-74 arası Okmeydanı Hastanesi’nin mühendisiydim ama esas olarak eğitimden hiç vazgeçemedim. Bu sırada o zamanki adı Unkapanı ve Fen bilimleri dershanelerinde öğretmenlik yaptım. 14 yıl da Yeni Zelanda’da fizik, matematik, bilgisayar öğretmenliği yaptım.

1990 yılında döndük Türkiye’ye. Işık Liseleri’nde önce öğretmen olarak çalıştım, sonra Feyziye Mek-tepleri’nin genel müdürlüğünü yaptım. 1996’da şimdiki adıyla Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi olan, İnanç Lisesi’nde çalıştım. İnşaatından beri bilirim orayı, hatta isim babasıyım. Okulun genel müdürlüğünü yaptım. 2000’li yıllarda eğitim danışmanlığını yaptım. TEVİTÖL ülkemizin önemli bir değeridir, parlak beyinler yetişir orada. 2002’de TEV devralınca artık TEV Ailesinin üyesi oldum. Vakıfta eğitim kurumları koordinatörü olarak çalıştım. Garring Okulları bana bağlıydı. Hayırsever Garring Ailesi bağışlarını TEV’e yapmıştı; Biri Ümraniye’de, biri Akyazı’da, diğeri Kırşehir’de olmak üzere MEB’in hizmetine 3 okul sunduk. Hala ihtiyaçlarını karşılamaya devam ederiz okullarımızın. Ben öğretmen olarak, eğitimci olarak ömrüm boyunca, daima algılayan ve sorgulayan öğrenciler yetiştirdim. Öğretmen önce eğitimcidir, sonra öğretmendir, öğretendir. Neyi öğretir? Öğrenmeyi öğre-tir. Bilgiyi öğretmez taşımaz. Çocuk bilgiye ulaşsın diye yol gösterir.

Eğitimde öğretimde ezbercilikten kaçmamız lazım. Bizler eğitmen olarak çocukları eğitmeye çalışırız ve ondan sonra da öğretiriz. Eğitirken, 30 kişilik sınıfta her çocuk bir bireydir. Eğitimci olan eski öğrenci-lerim var. Bir öğretmenin bundan daha güzel ödülü olur mu?

Öğretmen öğrenciden daha fazla çalışmalı. Hani derler öğretmenin tatili çoktur, hayır. Öğretmen öğ-renciden çok daha fazla çalışmalı ve bilgili olmalıdır. Ben ne zaman matematik öğretmeni oldum, biliyor musunuz? Öğrenci önünde yanlış yapmaktan korkmadığım zaman.

Bir genç daha faydalansın istiyoruz

Yıllardır TEV’den kopmadım. Şimdi eşimle bağışçısıyız. Çünkü biliyorum ki burs mülakatlarında 10-20 çocuktan birini seçmeye çalışıyorlar. Bu ne zordur bilir misiniz? Bir genç daha bu imkandan faydalansın diye, bağışçı olduk. Bağışçı olduğumuzdan beri bir restorana gidip yemek yiyemiyoruz. Çünkü, bu restorana vereceğimiz parayla bir burs daha verilir diye harcamak içimizden gelmiyor. Bizim her şeyimiz onlara kalacak. Bir öğrenci daha, bir öğrenci daha… Denizyıldızları gibi olsunlar istiyoruz. Önemli olan, benim yaşımdakilerin kendilerinden sonrakileri yetiştirmiş olmaları yani sürekliliğin sağlanması. Benim gibiler kelaynak kuşları gibi az kalmış olmasın, çok olsun. TEV’in çok bağışçısı olsun. TEV şeffaftır, doğrudur, doğru seçim yapar. Hep dostlarıma bağış yapmaları gerektiği konusunda tavsiye ederim. Onlar da ‘’Hocam tamam bağış yapalım ama bizim paramız bir bursa yetmez.’’ Hayır, böyle bir sınırlama yok. Bir bursa yetmesin, sen bir damla ver başkası da bir damla verir. Damlalar birikir, TEV’de göl olur. Esası budur.

Hayallerimi gerçekleştirmemi TEV sağladı

TEV BURSİYERİ MUSA AVCI: Marmara Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği bölümü öğrencisiyim. Sıkıntılı zamanlarımda ya eğitim hayatıma veda edecektim ya da hayallerimi gerçekleştirmek için ısrar edecektim. Eğitimime devam edebilmem için desteğe ihtiyacım vardı. Bu noktada Türk Eğitim Vakfı ile tanıştım. TEV ile tanıştığım andan itibaren hayatımda birçok değişiklik meydana geldi. Yaşayacağım herhangi bir zorlukta çalabileceğim bir kapımın olması ve o kapının Türk Eğitim Vakfı olması bana çok şanslı olduğumu hissettiriyor. Eğitim destekçileri iyi ki varlar.

Cumhuriyet bizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister

TEV BURSİYERİ EMRE BAYSAL: Özel Eğitim Öğretmenliği bölümü öğrencisiyim. İnsanlara faydalı olma fikri ve bir şeyleri öğretmek duygusu akvaryumumun suyunu yeniliyor ve kişiliğimi daha caymaz bir hale bürüyordu. Bu hedeflerim doğrultusunda ilk tercihim olan Marmara Üniversitesi Özel Eğitim Öğretmenliği bölümünü kazandım. Her öğrenci gibi karşılaştığım birtakım zorluklar oldu. Küresel bir pandeminin hayatımızda yer etmesi gözümde aşılmaz bir dağ gibi büyüdü. Pandemi sürecinde tanıştığım Türk Eğitim Vakfı ailesi ile hem maddi hem manevi olarak yaşadığım birçok olumsuzluğu onarmak artık daha kolay oldu. Örneğin, bu dönemde uzaktan eğitim sürecinde yaşadığım çeşitli teknolojik sorunları Türk Eğitim Vakfı tarafından yapılan teknoloji desteği sayesinde üstesinden gelebildim. Mentorink desteği sayesinde bir akıl hocam oldu. İyi bir eğitimciden beklenen davranış ve özellikleri kendime katıp adımlarımı daha sağlam atıyorum. İçimdeki renklerden yeni renkler elde ediyor ve bunu gelecekteki öğrencilere taşımanın arzusunu çok derinden duyuyorum. Bu alanda verdiğim mücadelede desteklerini sakınmayan Türk Eğitim Vakfı ailesine teşekkürü borç bilirim. Onlar bana can simidi vermek yerine yüzmeyi öğretti. Aynı zamanda ben ve benim gibi bütün diğer öğretmen adaylarının da öğretmenler günü vesilesiyle kendilerini tebrik ederim. Cumhuriyet bizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister. Bizler de buna en iyi şekilde layık olup, bir ışık aydınlatıcı olmalıyız. İyi ki öğretmenim, iyi ki TEV’liyim.

Kendisini Atatürk’ün öğretmeni olarak tanımlayan TEV bağışçısı Özcan Yurttaş:

İÇİM ÇOK RAHAT VE HUZURLUYUM ARTIK BURAYA BENiM VAKFIM DiYORUM
“Türk Eğitim Vakfı’na SÖZCÜ Gazetesi’ndeki tanıtımı okuyunca geldim. Aklımda bağış yapmak hep vardı. Zeki Müren’in TEV bağışçısı olması beni çok etkilemiştir. Bir de Vehbi Koç’u çok beğenirim... O’nun kurduğu Vakıf kötü olamaz derim...”

Edirne Kız Öğretmen Okulu’nda okudum ben, yatılı okulda. O kadar güzel alışkanlıklar kazandırıyor ki o okullar bize ve candan arkadaşlığı öğretiyor. Aynı TEV’in kız yurtları gibi... 300 tane genç kızdık, 20.00-21.00 arası yemekten sonra eğlenceler düzenlerdik. Çok şahane bir terasımız vardı, onlara mandolin çalardım onlar da dans eder şarkılar söylerlerdi. Ben o mandolin sayesinde Anıtkabir’i gör-düm. İkinci sınıf talebesiydim. Öğretmen Okulları’nın kuruluş yıl dönümüydü. Türkiye’nin her yerinden, 35 tane öğretmen okulundan folklor grupları olarak Ankara’ya gittik ve yabancı elçilere gösteriler yaptık. İşte ben bu sayede Anıtkabir’i görmüş oldum.

AİLE GİBİ OLDUK

Babamdan sonra en sevdiğim insan Atatürk’tür. O’nun ölüm gününde emekli oldum ben 1981’de...

Okulumuzun önünde resim çektirdim mesleğe veda ederken. Ve ne tesadüftür ki o sene Öğretmenler Günü kutlanmaya başlandı. Öğretmenler Günü’nde, Dünya Kadınlar Günü’nde benim Vakfı’m bana kart yolladı kutladılar, telefonla aradılar beni, aile gibi olduk biz. Yaşlılıkta aranmak çok güzel bir şey çok mutlu oluyorum. Bir telefonla bile mutlu oluyorsun diyorlar bana, tabii mutlu olurum. Sevmeseler ararlar mı?

BÖYLE BİR VAKIF YOK

Ben Türk Eğitim Vakfı’na SÖZCÜ Gazetesi’ndeki tanıtımı okuyunca geldim. Aklımda bağış yapmak hep vardı. Zeki Müren’in TEV bağışçısı olması beni çok etkilemiştir. Bir de Vehbi Koç’u çok beğenirim. O’nun kurduğu Vakıf kötü olamaz derim. Tüm bunların üstüne bir de o tanıtımı görünce tamam dedim. Yazlıktan İstanbul’a gelir gelmez hemen buraya geldim ve bağışımı yaptım. Vehbi Koç’u sevip ona güvenen 205 iş adamı sayesinde kurulan bu sağlam Vakıf yıllarca faaliyetlerine devam eder. Türkiye’de böyle bir Vakıf yok.

DUALARIM KABUL OLDU

Eğitim Vakfı olduğu için Vakfımızda öğretmen bağışçılar çokmuş onu gördüm. En önemlisi de ölmeden bunları görebilmek, içim çok rahat artık, çok huzurluyum. Bağış yapmayı düşünenlere Vakfımızı tavsiye ediyorum. O kadar ilgileniyorlar ki ben artık buraya benim Vakfı’m diyorum. Çok güzel bir yaşamım oldu. Allah hep dualarımı kabul etti benim. Bu Vakfı da çok istedim nasip oldu.

GURUR DUYDUM

Ramazan’da vefat eden bağışçılar için mevlit okuttular bu o kadar etkiliyor ki beni. Türk Eğitim Vakfı’nın bursiyerlerini toplantılarda görüyorum, en son Almanya’da, İtalya’da okuyan çocukların konuşmalarını dinledim bir eğitimci olarak gurur duydum. Tüylerim diken diken oluyor. Muazzam bir şey bu, kendi imkanları ile okuyamayan başarılı gençler bizlerin sağladığı imkanlarla okuyorlar. Şu anda 200 tane talebe varmış yurt dışında.Gebze’ye TEVİTÖL’e (TEV İnanç Türkeş Özel Lisesi) gittim mezuniyete, kep attılar kendi çocuğum gibi gururlandım onlarla. Aileleriyle birlikte onları seyrettik, çok mutlu oldum.

Kuruluş yılında bir davet veriliyor... Türkan Şoray’la tanıştım o da çok etkilendi bursiyerlerden, o öğrenciler kollarımıza girip bizi karşıladılar, uğurladılar.

ATATÜRK’Ü UNUTMAYIN

Bursiyerlerimize dedim ki, çocuklar sizden bir tek şey rica ediyorum, benim aşkımı, Atatürk’ü unutmayın, unutturmayın. Hocam hiç unutur muyuz? dediler. Ben Atatürk’ün öğretmeniyim, Atatürk’e aşığım. Benim okulda tarih hocam ağlayarak Kurtuluş Savaşı’nı anlatıyordu bize. Atatürk İsviçre’den bile önce Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı vermiş 1934’te ve kadınlarımız bu memleketi omuzlara kaldıracak demiş. Bir eğitimci olarak bilhassa kızların meslek sahibi olduğunu görünce çok mutlu oluyorum. Veli toplantılarında velilere de hep bunu söylerdim, kızlarınızı okutun bir diploması olsun. Evlilik bir yaşam garantisi değildir...

Özcan Yurttaş
TEV Bağışçısı

TEV bağışçılarından biri olan ünlü oyuncu Defne Yalnız, “Bana bir tanıtım kitapçığı verdiler. Orada bu bağışımla ilgili hiç bilmediğim hizmetler olduğunu öğrendim. Mesela elden ayaktan düşersem bana sahip çıkılacağını, vakfın sizi koruyor olduğunu öğrendim. İşte o zaman ne kadar doğru bir iş yaptığımı çok daha iyi anladım” diyor.

Tiyatro ve sinema sanatçısı Defne Yalnız, Türk Eğitim Vakfı’na vasiyet bağışı yaparak eğitime katkı sunanlardan biri. Yalnız bağışçı olmaya karar verdikten sonra TEV’in bağışçılarına da hizmetler sunduğunu öğrenmiş ve verdiği kararın ne kadar doğru olduğunu anlamış.

BİRDENBİRE İLHAM GELDİ

Yalnız, bağışçı olmaya nasıl karar verdiğini şöyle anlatıyor: “Benim Türk Eğitim Vakfı’yla tanışmam cenazelere çelenk göndermekle başladı. 20 senedir bunu yaparım. Sonra ablam vasiyet bağışı yaptı, o şekilde aklımda yer etti. Benim çocuğum yok, yeğenlerim var ama benden sonra paylaşmaları çok zor. Her şey heba olacağına bağış yapmaya karar verdim. Arayıp Vakfın avukatıyla görüştüm. Bana prosedür hakkında bilgiler verdi, örnek bir sözleşme gönderdi, benim de imzalayıp geri göndermem lazım ama ben imzalayamadım... O imzayı atınca ölüverecekmişim gibi geldi ve uzun bir süre ihmal ettim. Sonra yine birdenbire bir ilham geldi (gülüyor) birden işi resmiyete döktüm ve bana bir tanıtım kitapçığı verdiler işte o zaman ne kadar doğru bir iş yaptığımı çok daha iyi anladım. Orada bu bağışımla ilgili hiç bilmediğim hizmetler olduğunu öğrendim, mesela elden ayaktan düşersem bana sahip çıkılacağını, bakımımın üstlenilmesi gibi insanın başına gelebilecek her türlü şeyde sizin yanınızda olunacağını, Vakfın sizi koruyor olduğunu öğrendim.

HAKLARINIZ KORUNUYOR

Tabii böyle çok daha rahatladım. Çünkü eş dostla olacak şeyler değil bunlar. Ayakları yere basmaya alışık kendi işini görmeye alışık olan güçlü insanlar profesyonel bir anlaşma yoluna gidiyor. Burada karşılıklı verilen sözler ve haklarınız profesyonel bir sözleşme kapsamında korunuyor. Benim dikkatimi çeken bir konu da ölüm ilanımı vakfın verecek olması.”

BENİ ANMALARI YETER

"Dünya malı dünyada kalıyor ama deseler ki diğer tarafta bir banka şubesi var ben o zaman bir cimrileşirim bir cimrileşirim kimseye vermem paramı... Örneğin babamdan bana kalan çok eski bir mesleki kitap koleksiyonum var, kendi arşivim var, bunların ilgili bir kuruma verilmesi şartını da sözleşmeme koydurdum. Bunların benim bağışım olduğunu birkaç kişi görüp beni ansa bana yeter. Ve bir gün bir genç, “Ben Defne Yalnız Burs Fonu’yla okudum” dese ne mutlu bana."

Defne Yalnız
TEV Bağışçısı

88 yaşındaki İhsan Yavuz Ballık, yeni bir TEV bağışçısı. Yavuz Bey, köklü ve güvenilir bir vakıf aracılığıyla, gençlerin eğitimine katkıda bulunmaktan dolayı mutluluk duyduğunu belirtirken, en büyük sevabın insana hizmet olduğunu söylüyor.

TEV bağışçısı İhsan Yavuz Ballık, 11 Haziran 1928 Kastamonu doğumlu. İlk, orta ve lise eğitimini Kastamonu’da tamamlayan Yavuz Bey, yalnız ilkokul birinci sınıfı Ankara’da okuduğunu söylüyor. O günlerin en güzel anısını da bizlerle paylaşıyor.

TEV GÜVEN VEREN BİR VAKIF

Türk Eğitim Vakfı (TEV)’nın yeni bir bağışçısı olan Yavuz Bey, TEV’i yine bir TEV bağışçısı Mustafa Sıtkı Erkek vasıtasıyla tanıdığını belirtiyor. Yavuz Bey sözlerine şöyle devam ediyor: “Mustafa Sıtkı Erkek, Kastamonu Taşköprü’lüdür. Ben Ankara’da öğrenciyken, Mustafa Bey askeri eczacıydı. O zamandan beri tanırım kendisini. Taşköprü’ye TEV aracılığıyla, güzel bir okul yaptırdı. Daha sonra öğretmen lojmanlarını ve okulun spor salonunu da tamamladı. Rahmetli Mustafa Bey, bizim iyi bir ahbabımızdı ve yaptırdığı okulu birlikte de ziyaret etmiştik. Hatta TEV’in dergisinde de okulun haberi ve Mustafa Bey’in röportajı vardı. Bize onları göstermişti. Onun yaptığı bu hayır işleri çok hoşuma gitmişti. O’nun bu hayırseverliği bize de örnek oldu. Benim köyümde eskiden ilkokul mezunu bile yoktu. Köyde kimin çocuğu üniversite kazanırsa burs vereceğiz dedim. Çok değil ama imkanlarımla bir şeyler vermeye çalıştık. Çocuklar da okudu, öğretmen, doktor, avukat oldular. Bir meslekleri oldu. Bunun bizden sonra da devam etmesini istedim. Bizler, insana hizmeti değerli bulan insanlarız. Bu işi devam ettirmesi için de köklü bir kuruluş aradım çünkü küçük vakıflarla bu işi sürdürmek zor olabiliyor. Ayrıca güven duyacağınız bir yer olmalı ki, siz bu dünyadan göçtüğünüzde bile ilgilenmeye devam etsinler. Ben noterlik görevimi icra ederken Koç Holding’in de yıllarca noterlik işlerini yapmıştım. Sayın Vehbi Koç ve tüm ailesi çok değerli insanlar. Hepsi bir araya gelince, Vakfa ve aileye olan inanç ve güvenle bağışımızı yaptık.”

İhsan Yavuz Ballık
TEV Bağışçısı

Diş Hekimi Müzeyyen Gürbüz de yeni bir TEV bağışçısı. Uzun süredir bağış yapmak için pek çok vakfı araştırdığını belirten Müzeyyen Hanım, mirasçılarının kısa sürede bitireceği bir gelir kaynağını, kurumsal bir yerde değerlendirip, uzun vadede insanlığın yararına kullanılmasının daha doğru olduğunu düşünüyor.

Yeni TEV Bağışçısı Diş Hekimi Müzeyyen Gürbüz, ülkenin aydınlık geleceği için TEV’in canla başla çalışmasının yanında Vakfın bağışçıları ile yakından ilgilenmesi ile kendisi gibi yalnız yaşayan insanları, yaşlanınca “ne olacağım” kaygısından kurtaran güvenilir bir kurum olduğunun altını çiziyor.

Çağdaş, Atatürkçü, kurumsal bir yapı arayışı içindeyken TEV ile karşılaştım.

Uzun süredir de bağış konusunu düşündüğünü, varlığını emanet edebileceği kurumları ayrı ayrı araştırdığını ifade eden Müzeyyen Hanım, TEV ile nasıl bir araya geldiğini ise şöyle anlatıyor: “Ben hastalandığımda, ailemin benim için yapabileceklerinin sınırlı olacağını gördüm. Çünkü hepsi artık kocaman bir aileydi ve hepsinin de kendilerine göre bir düzenleri vardı.

Hastalandığımda, sağlığımla ilgili endişelerim arttıkça, umutsuzluğa da kapıldım. Teşhis sürem de uzun sürünce, umutsuzluk daha da çok içimi kapladı. Bu arayış içindeyken, bir arkadaşımın kardeşi kısa süre TEV’de çalıştığını söyleyerek, bağışçılarından bahsetti. O bağışlarla binlerce lise ve üniversite öğrencisini okuttuklarını söyledi. Vakıf ile ilgili bilgim vardı ama çok sınırlıydı. Çağdaş, Atatürkçü, devrimci, kurumsal bir yapı arayışındaydım ve TEV ile de bu aradıklarım çok örtüşüyordu. Aynı zamanda TEV’in bağışçılarıyla çok iyi ilgilendiklerini öğrendim. Bu ilgi, benim gibi yalnız yaşayan kişileri, yaşlanınca “ne olacağım” kaygısından kurtarıyor.

Müzeyyen Gürbüz
TEV Bağışçısı

Artık Trabzon’daki son günlerimdi. 7 yıldır oturduğum evimi kiraya vermek ya da satma fikrim vardı. Bu kararsızlığı yaşadığım günlerde pazar alışverişimi yapmak üzere arabamla Türk Eğitim Vakfı Trabzon Şube’nin önünden geçiyordum. Aniden bir aydınlanma yaşadım ve evimi TEV’e bağışlama isteği duydum. Zaten ne zamandan beri kafamda öğrenciler için bir bağış yapma fikri vardı ve şunu dedim: Şimdi değilse ne zaman?

Öyle ya 35 yıl boyunca çalışma hayatımı gençlerin eğitimine vakfederek geçirdim, emekliliğimde de onların eğitimine katkım olsun istedim. Bir ülkenin hiçbir zaman bitmeyecek tek ihtiyacı kalifiye insan ihtiyacıdır. Eğitim de kalifiye insan ihtiyacının fabrikasıdır.

TEV Trabzon Şube’ye bağış yapma isteğiyle gittiğim zaman şubenin kurucusu olan Hasan Melek ile görüştüm. Hemen beni genel merkezleri ile görüştürdü. Telefonla görüştüğüm görevli emin olup olmadığımı sordu, daha sonra pişman olmamı istemiyordu. Tamamen emindim, canı gönülden isteyerek vereceğim diyerek onları bağış yapmak istediğime ikna ettim. İşlemler devam ederken Şube Müdürü Elvan Hanım’la görüştük; bu ev sayesinde kim bilir kaç öğrenciye burs verebiliriz diye o kadar sevindi ki, neredeyse gözlerinde yaşlarla sarılıp öptü beni. Bu bağış elbette yetmez ama hepimize bir moral kaynağı olmuştu.

Trabzon Şube’de bu özel bağış vesilesi ile adıma tören düzenlediler ve bir plaket takdim ettiler. Genel başkandan mülkümden elde edilecek gelirin mutlaka öğrencilereburs olarak gideceğine dair teminat veren çok güzel bir teşekkür mektubu sundular.

Merasime bursiyerlerden bazıları da katıldı. Bu pırıl pırıl gençlerin geleceğine küçük de olsa bir katkım olacağını düşünmek çok güzel…Bir de adıma bir burs fonu oluşturdular, isteyen küçük ya da büyük bağış demeden bu fona katkıda bulunabilecek. Bundan böyle bana bir hediye almak isteyen ya da almayı düşünene çağrım şudur: Bundan sonra bana hediye almak isteyen www.tev.org.tr sayfasına girip “Prof. Dr. Ayşenur Ökten Fonu”na istediği kadar bağış yapabilir. Daha güzel bir hediye olur mu?

Ben artık TEV Ailesine emanet olmuşum… İhtiyarladığımda, bakıma muhtaç olduğumda, bakımımı üstlendiler. Mezar yapımı, bakımı, öldüğümde gazeteye verecekleri ilanın metnini bile sordular. Bu yaşta bunları konuşmak biraz garip geliyor olsa da, çok güzel bir düşünce ve insanı çok rahatlatan bir şey, yeni bir aileye daha sahip olmuş gibiyim. Bu ev bana çok uğurlu geldi, içinde çok güzel günler yaşadım, çok mutlu oldum, bu güzel evin, bu güzel çocuklara umut olmasını diliyorum.

Prof. Dr. Ayşenur Ökten
TEV Bağışçısı

Aileden gelen eğitim sevdasıyla TEV bağışçısı olan Ayla Çoşkun Hanımefendi, Türkiye’nin üniversite mezunu ilk kadın kütüphanecilerinden.

“Hayatımdaki bütün noktalar büyük tesadüfler sonucu gelişti,” diyor ve anlatıyor: 1962 yılında İstanbul Üniversitesi’nden Coğrafya Öğretmeni olarak mezun oldum. Vefa Lisesi’nde çalışmaya başladım. Orada bir süre çalıştıktan sonra gördüğüm bir gazete ilanı üzerine İstanbul kütüphanelerinde çalışmak üzere yükseköğrenim mezunlarına açılan dil ve kültür sınavına girdim. Hoş bir tesadüf oldu: Sınavın konusu ‘Akdeniz İklimi’ idi. Tabii rahatlıkla sınavı verdim ve göreve başladım. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne tayinim çıktı ve çeşitli araştırmalara hizmet veren katalog görevlisi olarak yıllarca çalıştım.”

“Arnavutköy’de otururken Türk Eğitim Vakfı Müdürü merhum Sayın Doğan Kasaroğlu’yla komşu olmamız vesilesiyle Türk Eğitim Vakfı ile tanışmış olduk. Ondan bilgi aldım ve kurumu tanıdım.” diyor Ayla Çoşkun.

Bağışçı olmaya karar vermesi ise aslında birdenbire olmamış; yardım etmek ve eğitim aşkı Ayla Hanım’ın genlerinde var: “Benim annem babam da ilkokul öğretmeniydi, Anadolu’da görev yaptılar. Küçük şehirlerde öğretmenler bir araya geldiklerinde ülkenin eğitim meseleleri konuşulur, başarılı, çalışkan; fakat imkânları kısıtlı çocuklara yardım eli uzatmak için el ele verilirdi. Bunlar da hep benim o zamanlardan aklımda kalmış. Aileden, çevreden gelir bizde yardımseverlik. Bartın’da büyüdüm ben, soğuk yerdi. Bir de Fenerbahçeliyiz babamla biz. Annem lacivert üstüne sarı çizgili kazak örmüştü bana. Yıllar sonra bir kış yine kazağımı arıyorum, bulamıyorum. Anneme sordum, ‘Kızım ihtiyacı olan bir çocukcağız vardı, sana yine öreriz.’ dedi. İşte böyle bir ortamda büyüdüm ben. İhtiyacı olanlara yardım etme içgüdüsü bende o zamandan beri vardır.” Diye anlatıyor ve ekliyor: “Bizim ailede bir laf vardır: ‘Ana şalgam, baba turp, çocuklar öyle zehir gibi ki!’ denir. İşte TEV bursiyerleri de öyle! Onları gördükçe hep bu laf gelir aklıma ve ben bu ailenin bir parçası olmaktan gurur duyuyorum.”

“TEV’in yaptığı işler ve desteklediği öğrencilerin başarısı beni çok etkiliyor. Yardıma muhtaç çok çocuk var, gelecek o çocukların. Onlara yapılan yatırım en ulvi yatırımdır, hiçbir şeyle kıyaslanmaz.” diye anlatıyor.

Ayla Çoşkun
TEV Bağışçısı

Öğrencilerin Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine ne kadar bağlı olduklarını ve başarılarını gördükçe, TEV ailesinin bir ferdi olmaktan gurur duyuyorum.

Cevat Öğretmen ve eşi, eğitime adadıkları hayatlarında yetiştirdikleri filizlerin büyümesini görüp onlarla gurur duyarken biricik kızlarına doyamadan hayata veda etmesinin ardından onun adını yaşatmak ve bir nebze de olsa acılarını hafifletmek için bir burs fonu açmayı kararlaştırmışlar.

Türk Eğitim Vakfı ailesine dahil olduktan sonra da vakfın çalışmalarını yakından takip ederek burs alan gençlerin başarılarını gördükçe kızlarının yerine onları koymuşlar. Bütün toplantılara birlikte katılmışlar, ta ki 2013 yılında geçirdiği bir operasyon sonrası 41 gün yoğun bakımda kalan eşini kaybedene kadar...

“Bu zor günlerimde TEV hep yanımdaydı,” diyor Cevat Öğretmen ve ekliyor: “Özel günlerde, bayramlarda TEV hep bizi hatırlar, yapılan tüm etkinlikler ve burslar hakkında bizi bilgilendirir. Her yıl kaybettiklerimiz adına mevlit okutur. Eşim ve kızım Elazığ’da yatıyor. Mezarlarımızın yıllık bakımları TEV tarafından yaptırılır. En önemlisi de bursiyerlerin tanıtım törenlerinde öğrencilerin Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine ne kadar bağlı olduklarını ve başarılarını gördükçe TEV ailesinin bir ferdi olmaktan gurur duyuyorum. Temennim, daha büyük kitlelere ulaşmak ve gençleri ülkemize kazandırmaktır. Gençlere tavsiyem; TEV’i araştırsınlar, burs için müracaat etsinler, toplantılara katılsınlar emeklerinin boşa gitmeyeceğini görecekler. Herkese sağlıklı, mutlu, barış dolu yıllar dilerim. TEV’e hizmetlerinden dolayı teşekkür ederim. Türk Eğitim Vakfı’nın bizim yanımızda olması acımızı paylaşması çok önemli bir değerdir ve bundan da önemlisi eğitime verdiği değerle bağışlarımızın boşa gitmediğinden hep emin oluyoruz.”

Cevat Köse, öğretmenliğin ona ne ifade ettiğini ise şu sözlerle dile getiriyor: “Son tercihim öğretmenlikti ama inanın bir daha dünyaya gelsem yine öğretmen olurum, bu anlatılmaz bir şey. Kırk yıl öğretmenlik yaptım. Öğretmenlikte çocuğu sevmek gerekir, yoksa bu mesleği yapmanızın imkânı yok. Bir model yetiştiriyorsunuz, ailesine vermediği değeri size verebiliyor çocuk.”

Cevat Köse
TEV Bağışçısı

Aydın ve güçlü bir Türk kadını olarak ülkenin parlak gençlerine destek olmak amacıyla TEV’i seçtiğinde 37 yaşındaymış Dursune Gündüz. Yaptığı bağışıyla TEV ailesine katıldığından bugüne kadar hiçbir toplantıyı kaçırmamış ve her seferinde gurur duymuş, bursiyer gençleri tanımaktan ve başarılarına şahit olmaktan.

Kendi yaşamını şöyle özetliyor: “Dedem din adamıydı, laik bir insandı. Babam ise matbaa teknikeriydi. Beni kız olduğum için geri tutmadı, okumamı hep destekledi. ’80 yılında liseden okul ikincisi olarak mezun oldum. Ancak sağ-sol çatışmasından sokağa çıkamıyorduk, o nedenle İngiltere’ye gittim. Zaten ben gittikten 10 gün sonra ihtilâl oldu. İngiltere’de işletme okudum. Mezun olduktan sonra uzun bir süre yurt dışında çalıştım. Daha sonra Türkiye’ye geldim, uzun yıllar dış ticaret üzerine çalıştım. Birçok ülke gezdim, birçok proje yürüttüm, orta kademe yöneticilik yaptım. Hiçbir zaman bir işe veya ortama ‘kadınım’ diye bir adım geride ya da ileride girmedim. Eşit haklarım var, ben bir insan olarak bu işi yapabilirim dedim.”

TEV ailesine katılmaya karar verişinin öyküsü ise “Babamın, dedemin dişinden tırnağından artırarak edindiği ailemizin varlıkları aile fertleri tarafından çarçur ediliyordu, benim buna yüreğim elvermedi. İnsan onurunun kaldıramayacağı şeyi reddedecek kadar paran olsa yeter, yüce Rabbim diyor ki fazlasını infak et, yani dağıt. Rahmetli babam, sevaba önem veren bir insandı. O zaman bir hayır yapalım ki onun adına, senede bir defa bir Fatiha okunsun ruhuna dedim ve doğruca TEV’e geldim.”

TEV’in kendisine ne ifade ettiğini şöyle anlatıyor: Büyük Atatürk’ün dediği gibi, insanları eğiteceğiz. Elbette onları eğitirken benliğini ezmeden, yok etmeden, ait olduğu toplumla bağını kesmeden… Toplumunu başka memleketlerle mukayese edip daha iyiye götürebilen gençler yetiştirmek... Şimdi bakıyorum burs alan gençlere... Çocuk okumuş ve zaten aileden de güzel huyları almış, iyi ahlak sahibi olmuş. Vakfın da laik sistemi benimsemesi, Atatürkçü düşünce içinde olması son kısmı tamamlıyor.

Ben TEV’in seçtiği çocuklara bakarak bunları söylüyorum, hepsiyle toplantılarda tanışıyorum, konuşuyorum; onlarda bunu gördüm. Bir harç gibi düşünüyorum TEV’i. İnsanı iyi şeylerle eğitirseniz iyi sonuçlar alırsınız.

Dursune Gündüz
TEV Bağışçısı

Eğitimci Sevin Erel, Türk Eğitim Vakfı’nın kendisine ailesinden yadigâr olduğunu anlatıyor.

“Ailemin, büyüklerimin ismini yaşatmak benim vazifem diye düşünüyorum. TEV’e destek olmak da bizim ailede bir gelenektir, dolayısıyla bu söyleşide onlardan bahsetmezsem olmaz. Babam Ege Tıp Fakültesi kurucusu ve ilk rektörü Ordinaryüs Profesör Doktor Muhiddin Erel’dir. Halam Profesör Sara Akdik ise Türkiye’nin ilk kadın botanikçisidir. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Farmakobotanik ve Genetik Kürsüsü Başkanı olarak görev yapmıştır. Onların babaları da Hilâl-i Ahmer’i yeniden kuranlardan ve Himaye-i Eftal’in de ilk kurucularından olan Dr. Mehmed Ali’dir. Annem Alman asıllı viyolonist Emine Erel, İstanbul Belediye Orkestrası’nın ilk kurucularındandır, eniştem ise hattat Kâmil Akdik’in oğlu ressam Şeref Akdik’tir. İşte biz böyle kıymetli insanların içinde büyüdük.”

Sevin Hanım’ın bizi ağırladığı odada bütün bu kişilerin Şeref Akdik tarafından yapılan yağlıboya tabloları duvarları süslemekte. Sevin Hanım, vakfın kurulduğu yıl daha gençken halası Sara Akdik’in babasına verdiği müjde ile tanışmış TEV ile. “Muhiddin, Muhiddin! Vehbi Koç, vakıf kurmuş. Haydi, biz de çevremizdekileri toplayıp hep birlikte bağış yapalım.”

Sevin Hanım, “Tabii olarak vakıfçılık, eğitime ve insanlığa hizmet ailemin genlerinde vardı. O günkü heyecanları beni çok derinden etkilemiştir. Ben de sıra bana gelince annemin koluna girdim ve TEV’e geldim, bağışımı yaptım. O günden beri de her gün gurur duydum sizinle. Yıllardır TEV’in bir elçisi olarak vakfın faaliyetlerini daima çevreme anlattım.” diyor.

Sevin Erel
TEV Bağışçısı